Tarih: 20 Nisan 1935.
Çeviri Tarihi: Marksist Tutum.
MIA'dan Çeviri: 2004.
Tezler; Marksist ve Leninist, özellikle de Bolşevik-Leninist literatürün olduğu kadar, Güney Afrika’nın ekonomik ve politik koşullarının titiz bir incelenmesi temelinde açıklıkla kaleme alınmıştır. Tüm sorunlara titiz bir bilimsel yaklaşım, devrimci bir örgütlenme açısından başarının en önemli koşullarından biridir.
Güney Afrikalı dostlarımızın deneyimi şu gerçeği bir kez daha göstermektedir ki, içinden geçtiğimiz dönemde, yalnızca Bolşevik-Leninistler, yani tutarlı proleter devrimciler, teoriye ilişkin ciddi bir tutum takınabilirler, gerçekleri çözümlerler ve başkalarına öğretmeden önce kendileri öğrenirler. Stalinist bürokrasi, uzun bir zaman önce bilgisizliği ve yüzsüzlüğü Marksizmin yerine geçirmişti.
Aşağıdaki satırlarda, Güney Afrika İşçi Partisinin programını oluşturacak olan taslak tezlerle ilgili olarak bazı saptamalarda bulunmak istiyorum. Hiçbir şekilde, tezlerin yazılı olduğu metne muhalefet etmek için bu eleştirileri yapıyor değilim. Bir dizi pratik sorun hakkında, tam ve nihai görüşler ileri sürmek için Güney Afrika’nın koşulları konusunda oldukça yetersiz bir birikime sahibim.
Sadece bazı yerlerde, taslak tezlerin bazı görüşleri ile uyuşmadığımı dile getirmek zorunda kaldım. Ancak bu noktada da, uzaktan değerlendirebildiğim kadarıyla, tezlerin yazarlarıyla ilkesel bir farklılığımız bulunmuyor. Mesele daha çok, Stalinizmin tahripkâr milliyetçi politikasıyla mücadeleden kaynaklanan polemiksel abartılardır.
Ancak, davamızın çıkarına olan şey, sunumdaki önemsiz yanlışlıkların bile üstünü örtmemek, tersine en net ve kusursuz metne ulaşmak için bunları açık tartışma süzgecinden geçirmektir. Aşağıdaki satırların amacı, Güney Afrikalı Bolşevik-Leninistlerimize kendilerini adadıkları bu büyük ve sorumluluk gerektiren görevde bazı yardımlarda bulunmaktır.
Güney Afrika’daki İngiliz işgali, yalnızca beyaz azınlığın bakış açısıyla bir dominyon olarak görülebilir. Siyah çoğunluk açısından ise Güney Afrika köle durumundaki bir sömürgedir.
Hiçbir toplumsal kabarma (ve en başta da bir tarım devrimi) Güney Afrika dominyonundaki İngiliz emperyalizminin varlığıyla birlikte düşünülemez. Güney Afrika’da İngiliz emperyalizminin yıkılışı, Güney Afrika’da olduğu kadar İngiltere’de de sosyalizmin zaferi açısından zorunludur.
Eğer devrim ilkin İngiltere’de başlarsa (ki bunu kabul etmek mümkündür), İngiliz burjuvazisi, Güney Afrika gibi çok önemli bir sömürgeyi de kapsayan sömürge ve dominyonlarda daha az destek bulabilecek ve ülke içinde daha çabuk yenilecektir. Bu nedenle, İngiliz emperyalizminin defedilmesi mücadelesi, bunun araçları ve yöntemleri, Güney Afrika proleter partisinin programının vazgeçilmez bir parçasını oluşturur.
Güney Afrika’da İngiliz emperyalizminin hegemonyasının yıkılması, İngiltere’nin askeri yenilgisinin ve imparatorluğun dağılmasının sonucu olarak gündeme gelebilir. Bu durumda, Güney Afrika beyazları belli bir dönem boyunca –zayıf ihtimalle de olsa– siyahlar üzerindeki egemenliklerini sürdürebilirler.
Diğer bir olasılık, ki bu pratikte birincisiyle ilişkilidir, İngiltere ve onun egemenliğindeki yerlerde bir devrimdir. Güney Afrika nüfusunun dörtte üçü (toplam olarak yaklaşık sekiz milyonun neredeyse altı milyonu) Avrupalı olmayanlardan oluşur. Muzaffer bir devrim, yerli kitlelerin uyanışı olmaksızın düşünülemez. Sırası gelince, bu devrim onlara, bugüne değin asla sahip olmadıklarını verecektir; kendi gücüne güven, yükselen bir bireysel bilinç, kültürel gelişme.
Bu koşullar altında, Güney Afrika Cumhuriyeti her şeyden önce “siyah” bir cumhuriyet olarak ortaya çıkacaktır; bu şüphesiz ne beyazların tam eşitliğini ne de ırkların kardeşçe birliğini dışlar; ki bu son nokta esas olarak beyazların tavrına bağlıdır. Ne var ki, nüfusun ezici çoğunluğunun, kölece bağımlılıktan kurtulduktan sonra devlete belirgin bir damga vuracağı bütünüyle açıktır.
Muzaffer bir devrim, yalnızca sınıflar arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda ırklar arasındaki ilişkileri de radikal bir tarzda değiştirdiği ve siyahlara sayılarına denk düşen bir konumu devlette sağladığı ölçüde Güney Afrika’daki toplumsal devrim aynı zamanda ulusal bir karakter de taşıyacaktır.
Sorunun bu yönüne gözlerimizi kapamak için ya da bunun önemini ihmal etmek için en ufak bir gerekçemiz bile olamaz. Tersine, proleter parti sözde ve eylemde ulusal (ırksal) sorunun çözümünü açıkça ve cesurca ele almak zorundadır.
Bununla birlikte, proleter parti, ulusal sorunu ancak kendi yöntemleri ile çözebilir ve çözmelidir.
Ulusal bağımsızlığın tarihsel silahı, yalnızca sınıf mücadelesi olabilir. Komintern, 1924’ten itibaren, sömürge halklarının ulusal kurtuluşu programını, sınıf ilişkileri gerçeğinin üzerinde uçuşan içi boş demokratik soyutlamalara dönüştürdü. Ulusal baskıya karşı verilen mücadelede, farklı sınıflar kendilerini maddi çıkarlardan (geçici olarak) arındırırlar ve basit “anti-emperyalist” güçlere dönüşürler.
Bu hayali “güçler”in, kendilerine Komintern tarafından bahşedilen görevi cesurca yerine getirebilmeleri için, onlara ödül olarak hayali bir “ulusal-demokratik” devlet vaat edilmiştir; şüphesiz Lenin’in formülüne kaçınılmaz bir başvuruyla: “Proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü”.
Tezler, 1917’de, Lenin’in, tarım sorununun çözümü için zorunlu bir koşul olarak görülen “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” formülünü açıkça ve ilk ve son kez terk ettiğine işaret ediyor. Bu bütünüyle doğrudur.
Ancak yanlış anlamaları önlemek için şunu eklemek zorundayız: (a) Lenin, her zaman devrimci bir burjuva demokratik diktatörlükten bahsetti, hayali bir “halkın” devletinden değil; (b) burjuva demokratik diktatörlük mücadelesinde, tüm “Çarlık karşıtı güçlerin” blokunu önermedi, bunun yerine proletaryanın bağımsız sınıf politikasını izledi.
“Çarlık karşıtı” bir blok, Rus Sosyalist Devrimcilerinin ve sol Kadetlerin düşüncesiydi ve bunlar küçük ve orta burjuvazinin partileriydiler. Bu partilere karşı Bolşevikler her zaman uzlaşmaz bir mücadele yürüttüler.
Tezler, “siyah cumhuriyet” sloganının devrimci mücadeleye en az “beyazlar için Güney Afrika” sloganı kadar zararlı olduğunu ileri sürerse, bu ifade biçimiyle hem fikir olamayız. Bu sonuncu sloganda, bütünsel bir baskının desteklenmesi mevcutken, birinci sloganda kurtuluşa doğru atılan ilk adımlar söz konusudur.
Siyahların tam ve kayıtsız şartsız bağımsızlık hakkını, kesin bir biçimde ve hiçbir koşul koymaksızın kabul etmeliyiz. Siyah ve beyaz emekçilerin dayanışması ancak beyaz sömürücülerin egemenliğine karşı verilecek ortak mücadele zemininde yeşerip, güçlenebilir.
Zaferden sonra, siyahların Güney Afrika’da ayrı bir siyah devlet oluşturmayı gereksiz bulması olasıdır. Şüphesiz, ayrı bir devlet kurmaları için onları zorlamayacağız. Ancak bu kararı, özgürce, kendi deneyimlerini temel alarak ve beyaz zorbaların kırbacıyla zorlanmaksızın vermeliler. Proleter devrimciler, tam ayrılmayı da içerecek şekilde, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ve ezilen ulus proletaryasının gerekirse elde silah bu hakkı savunma görevini asla unutmamalıdırlar.
Tezler, Rusya’da ulusal sorunun çözümünün Ekim Devrimi ile gerçekleştiği gerçeğinin altını çok doğru bir şekilde çizmektedir. Ulusal demokratik hareketler tek başlarına, Çarlığın uluslara uyguladığı baskıyla mücadele edecek kadar güçlü değillerdi. Köylülüğün tarım devrimi hareketi gibi ezilen ulusların hareketi de proletaryaya iktidarı ele geçirme ve kendi diktatörlüğünü kurma imkânı verdiği için, yalnızca bu yüzden uluslar sorunu da tarım sorunu gibi cesur ve kararlı bir çözüme kavuşmuştur.
Ama, ulusal hareketlerin proletaryanın iktidarı ele geçirme mücadelesiyle birleşebilmelerini politik olarak mümkün kılan şey, yalnızca, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, Rusya’dan ayrılma da dahil, her zaman ve kayıtsız destekleyerek bütün tarihleri boyunca Bolşeviklerin Büyük Rus ezenleriyle uzlaşmaz bir mücadele yürütmeleridir.
Bununla birlikte, Lenin’in ezilen uluslara ilişkin politikasının epigonların politikasıyla en küçük bir ortaklığı yoktur. Bolşevik Parti, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, Çarlık Rusya’sının sayısız küçük-burjuva “ulusal” partileriyle (Polonya Sosyalist Partisi [PSP, Çarlık Polonya’sındaki Pilsudski’nin partisi], Ermenistan’da Taşnak Partisi, Ukraynalı milliyetçiler, Yahudi siyonistler vb., vb.) “anti-emperyalist” blok şarlatanlıklarını bütünüyle reddederek, proleter sınıf mücadelesinin yöntemleriyle savundu.
Bolşevikler, Rus Sosyalist Devrimcilerinin, onların bocalamalarının ve maceracılıklarının ve özellikle de sınıf mücadelesinin üstünde olduklarına dair ideolojik yalanlarının olduğu kadar, bu [küçük-burjuva ulusal] partilerin de maskesini her zaman acımasızca düşürmüşlerdir. Lenin, koşullar, onlarla şu ya da bu dönemsel ve bütünüyle pratik uzlaşmaları zorunlu kıldığında dahi uzlaşmaz eleştirilerine son vermemiştir.
Onlarla “Çarlık karşıtı” bayrak altında herhangi bir sürekli ittifak söz konusu olamazdı. Bolşevizm yalnızca bu uzlaşmaz sınıf politikası sayesinde Menşevikleri, Sosyalist Devrimcileri, ulusal küçük-burjuva partileri devrim anında bertaraf etme ve köylü kitlelerle ezilen ulusları proletaryanın etrafında birleştirme başarısını gösterebilmiştir.
Tezler şunu söylüyor: “Biz, siyah kitleleri kazanmak için, milliyetçi sloganlar kullanan Afrika Ulusal Kongresi[2] ile yarış içinde olmamalıyız”. Bu düşünce kendi içinde doğrudur ancak somut bir genişletmeye gereksinim duyuyor. Ulusal Kongre’nin faaliyetleri hakkında yeterli bilgim olmadığından, ona ilişkin politikamızı ancak benzerlikler temelinde özetleyebilirim; bu arada, önerilerime yapılabilecek eklemelere ve gerekli değişikliklere peşinen hazır olduğumu söyleyeyim:
1. Bolşevik-Leninistler, beyaz zorbaların ve bunların işçi örgütleri saflarındaki şovenist ajanlarının düzenlediği her saldırıda Kongre’yi savunurlar.
2. Bolşevik-Leninistler, Kongre’nin programındaki gerici eğilimlerin yerine ilericilerini koyarlar.
3. Bolşevik-Leninistler, yüzeysel ve uzlaşmacı politikalarından dolayı Kongre’nin kendi hedeflerini bile gerçekleştirmekten aciz olduğunu yerli kitlelerin önünde teşhir etmelidir. Kongre’den ayrı olarak Bolşevik-Leninistler devrimci sınıf mücadelesinin programını geliştirirler.
4. Eğer koşullar zorunlu kılıyorsa, Kongre ile dönemsel anlaşmalar, ancak kesin olarak tanımlanmış pratik görevler çerçevesinde, kendi örgütümüzün tam ve bütünsel bağımsızlığını ve politik eleştiri özgürlüğünü elde tutarak mümkün olabilir.
Tezler, temel slogan olarak, “ulusal demokratik devleti” değil, Güney Afrika “Ekim”ini ortaya koyuyor. Tezler şunları kanıtlıyor ve ikna edici bir şekilde kanıtlamalıdır ki;
a. Güney Afrika’daki ulusal sorun ve tarım sorunu temelleri itibariyle çakışmaktadır,
b. bu sorunlar ancak devrimci bir yoldan çözülebilirler,
c. bu sorunların devrimci çözümü, kaçınılmaz olarak, yerli köylü kitlelere önderlik eden proletarya diktatörlüğüne yol açar,
d. proletarya diktatörlüğü, bir sovyet rejimi ve sosyalist inşa dönemini açacaktır. Bu sonuç, programın tüm yapısının mihenk taşıdır. Bu noktada tümüyle hem fikiriz.
Ancak kitleler bu genel “stratejik” formüle bir dizi taktik sloganlar aracılığıyla çekilmelidir. Proletarya ve köylülüğün mücadelesinin ve yaşantısının somut koşullarının ve ulusal ve uluslararası durumun analizine dayanarak, her verili aşamada bu sloganları işlemek mümkündür. Bu konuya daha da derinlemesine girmeksizin, ulusal ve tarımsal sloganların karşılıklı ilişkilerine kısaca değinmek istiyorum.
Tezler, birçok kez, ilk planda ele alınması gerekenlerin ulusal değil tarımsal talepler olduğunun altını çizmektedir. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir sorundur. İşçi sınıfı saflarındaki beyaz şovenistlerle zıtlaşmamak için ulusal sloganların bir tarafa itilmesi ya da zayıflatılması şüphesiz canice bir oportünizm olurdu ki, tezlerin yazarları ve destekleyicileri kesinlikle bu konumda değillerdir. Devrimci enternasyonalizm ruhunun sindiği tezlerin metninde bu açıkça görülmektedir.
Tezler hayranlık verici bir biçimde, beyazların ayrıcalıkları uğruna savaşan “sosyalistler” için şunu ileri sürüyor: “Onları devrimin en büyük düşmanları olarak görmeliyiz.” Bu nedenle metnin kendisinde kısaca ortaya konan diğer bir açıklamaya bakmalıyız: geri yerli köylü kitleler, tarımsal ezilmişliği ulusal baskıdan çok daha doğrudan hissetmektedirler.
Bu tümüyle mümkündür. Yerlilerin çoğunluğu köylüdür; toprağın büyük bir bölümü beyaz azınlığın elindedir. Rus köylüleri, toprak uğruna verdikleri mücadele boyunca uzun bir süre Çara bel bağladılar ve inatla politik sonuçlar çıkarmayı reddettiler.
Köylüler uzun bir süre boyunca, devrimci entelijensiyanın geleneksel “Toprak ve Özgürlük” sloganının yalnızca ilk kısmını benimsediler. Köylülüğün her iki sloganı birleştirebilmesi için, tarımsal kargaşalarla ve şehirli işçilerin eylemleri ve etkisiyle geçen on yıllar gerekti.
Yoksul köle Bantu, İngiliz kralına ya da MacDonald’a daha fazla ümit besleyemez.[3] Ancak bu aşırı politik gerilik, kendisini, onun ulusal bilinçten yoksun oluşunda da göstermektedir. Aynı zamanda o, mali ve toprak köleliğini de şiddetle hissetmektedir. Bu koşullar göz önüne alındığında, köylülüğün adım adım, mücadele deneyimi temelinde gerekli politik ve ulusal sonuçlara çıkabilmesi için, propaganda her şeyden önce tarım devrimi sloganlarından başlayabilir ve başlamalıdır.
Bu hipotez halindeki düşünceler doğru ise, biz programın kendisinden ziyade programı yerli kitlelerin bilincine taşıma yolları ve araçlarıyla ilgileniyoruz demektir.
Devrimci kadroların sayıca azlığını ve köylülüğün dağınıklığını göz önüne alacak olursak, tek başına değilse de esas olarak ileri işçiler aracılığıyla köylülüğü etkilemek en azından yakın gelecekte mümkün olacaktır. Bu nedenle, Güney Afrika’nın tarihsel kaderi açısından tarım devriminin öneminin açık bir şekilde kavratılması ruhuyla ileri işçileri eğitmek, çok büyük önem taşımaktadır.
Ülkedeki proletarya, geri siyah paryalar ve ayrıcalıklı, kibirli bir beyaz kasttan oluşmaktadır. Durumun en büyük zorluğu burada yatmaktadır. Tezlerin doğru bir şekilde ifade ettiği gibi, çürüyen kapitalizmin güçlü ekonomik sarsıntıları eski engelleri şiddetlice sarsmalı ve devrimci kaynaşma işini kolaylaştırmalıdır.
Her durumda devrimcilerin safındaki en büyük suç, beyazların ayrıcalıklarına ve önyargılarına en küçüğünden bile olsa ödün vermektir. Şovenizm şeytanına parmağını uzatan, kolunu kaptırır.
Devrimci parti, her beyaz işçinin önüne şu seçeneği koymalıdır: Ya İngiliz emperyalizmi ve Güney Afrika’nın beyaz burjuvazisiyle birlikte olmak ya da siyah işçi ve köylülerle birlikte beyaz feodallere, köle sahiplerine ve onların işçi sınıfı saflarındaki ajanlarına karşı durmak.
Güney Afrika’nın siyah nüfusu üzerindeki İngiliz egemenliğinin yıkılması, eğer önceki anavatan kendisini emperyalist çapulcularının baskısından kurtarmışsa, şüphesiz ondan ekonomik ve kültürel bir kopuş anlamına gelmeyecektir. Sovyet İngiltere, gerçekten günlük mücadele içinde kaderlerini bugünün sömürge kölelerininkiyle birleştirmiş beyazlar aracılığıyla Güney Afrika üzerinde güçlü bir ekonomik ve kültürel etki uygulayabilecektir. Bu etki, baskıya değil, ortak proleter işbirliğine dayanacaktır.
Ama bütün olasılıklar içinde en önemlisi, Sovyet Güney Afrika’nın siyah kıtanın tümü üzerinde uyandıracağı etkidir. Beyaz ırktan geri kalmaması için, onunla birlikte el ele yeni kültürel zirvelere yükselebilmesi için zencilere yardım etmek, muzaffer sosyalizmin büyük ve soylu görevlerinden biri olmalıdır.
Son olarak, parti tüzüğü ile ilgili olarak, legal ve illegal örgütlenme sorunu konusunda birkaç şey söylemek istiyorum.
Tezler çok doğru bir şekilde, legal aygıtı illegalle bütünleyerek, örgüt ve devrimci görevler arasındaki kopmaz bağın altını çizmektedir. Şüphesiz hiç kimse, böylesi işlevler için, verili koşullarda bunlar legal aygıtlarca yürütülebilecekken illegal bir aygıt oluşturmayı önermez.
Ancak politik bunalımın yaklaştığı koşullarda, ihtiyaç duyulduğu anda daha da gelişecek olan, parti aygıtının özel bir illegal çekirdeği mutlaka oluşturulmalıdır. Faaliyetin belli bir kısmı, dahası çok önemli bir kısmı hiçbir koşulda açıkça yani sınıf düşmanımızın gözleri önünde gerçekleştirilemez.
Bununla birlikte, şimdiki durumda, illegal ya da yarı-legal devrimci çalışmanın en önemli biçimi kitle örgütlerindeki, özellikle de sendikalardaki çalışmalardır. Sendika liderleri kapitalizmin gayri resmi polisidirler; devrimcilere karşı acımasızca bir mücadele yürütürler.
Kitle örgütlerinde çalışma yeteneğimiz olmalı ve gerici aygıtın darbeleri altında kalmaktan kaçınmalıyız. Bu, illegal çalışmanın çok önemli –şimdiki durumda en önemli– yönüdür. Sendikalarda, konspirasyonun gerekli tüm kurallarını pratikte öğrenmiş bir devrimci grup, koşullar gerektirdiğinde faaliyetini illegal bir statüye dönüştürebilmeyi becerebilecektir.
20 Nisan 1935
__________________________
[1] Güney Afrika İşçi Partisi programatik bir belgeyi tartışmaya açmıştı; Troçki’nin yanıtı, o zamanlar hâlâ İngiltere’nin bir yarı-sömürgesi olan bu ülkedeki ulusal sorun konusundaki tutumunu ifade etmektedir.
[2] 1913’te şekillenen Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Bantu birliğine, devletteki ve kilisedeki siyah ve beyazlar arasında politik, ekonomik ve toplumsal eşitliğe dayanan, Afrikalıların toprak haklarını, Avrupalı olmayanlara karşı renk engeli ve başka ırksal ayrımların kaldırılmasını garantileyen bir program formüle etmek için örgütlenen ilk Güney Afrika örgütüydü.
[3] Ramsay McDonald (1866-1937), ilk İngiliz İşçi hükümetinde (1924) başbakan oldu ve ikinci başbakanlık dönemi sırasında (1929-31), Muhafazakârlarla bir “ulusal birlik” kabinesi (1931-35) oluşturmak için İşçi Partisinden ayrıldı.