Bildiginiz gibi Komünist Liga, Sovyetler Birligi tarihinin tümünü kapsayan bir dizi rapor yayimlama süreci içindedir ve bu raporlar, Sovyet Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri makamini elinde tuttugu uzun dönem boyunca Stalin’in oynadigi rolü tam olarak açikliga kavusturacaktir.
Ne var ki, yoldaslar Stalin’in rolüne iliskin bu konferansin verilmesini istediler. Bununla birlikte, bunun, ancak arastirma programinin bu bölümünün bitirilmesine kadar geçerli olabilecek egreti ve geçici bir analiz olacagini takdir edersiniz.
Baslarken, Komünist Liga’nin Stalin’in rolünü birinci derecede önemli bir sorun olarak görmedigini söylemeliyim.
Stalin’in Sovyetler Birligi Komünist Partisi’nin (=SBKP) Genel Sekreteri oldugu dönem içinde –1922’den öldügü 1953’e kadar- hem SBKP içinde hem de (1943’de dagitilmasina kadar) Komünist Enternasyonal içinde bazi suç derekesinde hatali politikalar izlendigine süphe yoktur. Bu politikalarin yanlisligini kabul etmemiz, onlardan gereken dersleri çikarmamiz ve bu dersleri Britanya’da sosyalist devrimin zaferi programiyla kaynastirmamiz, yasamsal önem tasimaktadir.
Fakat, belirli bir bireyin -bu Stalin’inki gibi son derece önemli bir rol olsa bile- SBKP’nin –dogru ya da hatali- politikalarindaki rolü, bizce birinci derecede önemli bir sorun degildir.
Gene de, kendilerini Marksizm-Leninizme sadik sayanlar ve revizyonist egilimlere karsi çikanlar arasinda bile öylesine büyük bir kafakarisikligi var ki, yoldaslarin, arastirmamiz bunu olanakli kildigi ölçüde Stalin’in rolünün kabataslak bir çiziminin sunulmasini istemeleri anlasilabilir birseydir.
Jozef Stalin’in adinin dünyadaki insanlarin büyük çogunluguna “kibirli, paranoyak, kanasusamis diktatör” imgesini çagristirdigini söylemek, sanirim haksizlik olmayacaktir.
Ingiltere tarihinde buna en yakin tarihsel figür, belki de III. Richard’dir. Okullarda okutulan tarih kitaplarindan ve Sekspir’in anlattiklarindan “ögrendigimize” göre, III. Richard küçük prensleri kulelerde öldüren kambur bir canavar vb. idi.
Bu imgenin kaynaklandigi döneme iliskin belgelerin hemen hemen tümünün Henry Tudor’un Richard’i devirmesini ve yeni bir hanedan kurmasini izleyen yillara ait oldugunu bazi tarihçiler daha son birkaç yilda farkettiler. Bu tarihçiler Tudorlarin, iktidari ele geçirmelerini “bir zorbadan kurtulma” olarak sunmakta çikarlari oldugunu ve son zamanlara kadar hakiki tarih olarak kabul edilenin aslinda siyasal propagandadan baska bir sey olmadigini, III. Richard’in kendisine atfedilen suçlari isledigini ve onun diger krallardan daha kötü ve sakat oldugunu gösteren hiçbir kanit bulunmadigini kabul ettiler.
Demek ki, eger Stalin’in rolünü objektif bir tarzda degerlendireceksek, genel olarak kabul gören tablonun dayandigi kanitlari çok dikkatli bir biçimde gözden geçirmeli ve bu tablonun hakikate uygun olup olmadigina, kismen ya da tamamen siyasal propagandaya dayali bir söylence olup olmadigina ondan sonra karar vermeliyiz.
Bu baglamda, bu imgeyi ayakta tutmus ve tutmakta olan ögelerin hepsinin de–burjuva tarihçileri, “sosyalizme barisçi parlamenter yoldan geçis”i savunan revizyonist Komünist Partilerinin liderleri, tek ülkede sosyalizmin insasi olanagini reddeden Trotskistler- Stalin’in dayandigi siyasal ilkelere karsi oldugunu unutmamaliyiz.
Bilimsel sosyalistler, Marksist-Leninistler olarak bizim, eger gerçekten islenmisse, herhangi bir bireyin suçlarinin üstünü örtmekte en küçük bir çikarimiz olmadigi tartisma götürmez.
Ama, eger sosyalizmin insasini olanakli kilacak dogru, bilimsel bir programa sahip bir Marksist-Leninist parti kurmak istiyorsak, sosyalist bir toplumun insa edilmis ve simdi yikilmis oldugu Sovyetler Birligi’nde gerçekte neler olmus oldugunu bilmek ve anlamak zorundayiz. Böyle bir program, ancak hakikati esas alarak olusturulabilir.
Sovyetler Birligi’nin tarihine iliskin tüm olgulari bilemeyecegimiz açiktir. Fakat, bazi olgulari biliyoruz ve genel olarak kabul gören Stalin tablosu bu bilinen olgulara uymadigi takdirde, bu tabloyu reddetmek zorunda kalacagimiz açiktir.
Hemen göze çarpan bir mantiksal çelismeyle karsi karsiyayiz.
Stalin’in, en azindan yüzbinlerce dürüst sosyalist-zihniyetli yurttasin öldürülmesi ve hapsedilmesinden sorumlu oldugu ileri sürülmektedir; eger bu sav dogruysa, ülkede bir üyesi, dostu ya da komsusu Stalin’in “keyfi zorbaliginin kurbani” olmayan tek bir ailenin bile bulunmamasi gerekir.
Ne var ki, Sovyet emekçi halkinin genel kitlesinin Stalin’in ölümünü derin ve içten bir üzüntüyle karsiladigi da bir gerçektir. Öyle ki, ardillari ancak ölümünden üç yil sonra onun sözde “suçlari”na karsi, saldiriya geçebildiler. Onu bile, ancak metni Sovyetler Birligi’nde bugüne kadar henüz yayimlanmamis bir gizli konusma biçiminde yapabildiler.
SBKP’nin, Stalin’in ölümünden üç yil sonra 1956’da toplanan 20. Kongresi’nde O’na kamu önünde yapilan tek elestiri, “kisiye tapinma”da dile getirilen elestiridir.
Yasadigi dönemde, Stalin’in çevresinde bir “kisiye tapinma”nin insa edilmis oldugu dogrudur ve Marksist-Leninistler böylesi bir tapinmanin ilkesel olarak yanlis oldugunu söyleyenlerin basinda gelirler.
Krusçov böylesi bir “kisiye tapinma”nin insa edilmesini, Stalin’in sözde “kibirliligi”yle açiklamaktadir.
Ancak baskalari tarafindan övüldüklerinde mutlu olan kibirli kisiler, çok dar kafali kisilerdir. Stalin’in bir devrimci olarak yasami, diger özellikleri bir yana, onun asla dar kafali olmadigini gösteren kanitlarla dolup tastigina göre, burada gene bir mantiksal çelismeyle karsi karsiyayiz.
Peki, kendi çevresinde insa edilen “kisiye tapinma” karsisinda Stalin’in kendisinin açikça dile getirdigi tutumu neydi? O, bunu yeniden ve yeniden mahkûm etti, lanetledi ve alaya aldi. Stalin’in “tapinma”ya karsi çiktigi çok sayidaki yazi ve konusmalari arasinda yer alan bir mektuptan bir alinti sunuyorum. Bu mektup, Subat 1938’de, kendisine Stalin’in Çocukluguna Iliskin Öyküler adli kitabin taslagini gönderen Çocuk Yayimevi’ne hitaben yazilmisti:
“Ben Stalin’in Çocukluguna Iliskin Öyküler’in yayimlanmasina siddetle itiraz ediyorum. Bu kitap çok sayida maddi çarpitmalar, yalanlar, abartmalar ve hak edilmemis övgülerle dolu. Yazar, peri masallarina merakli olanlar tarafindan yanlis yönlendirilmis... Ama, asil önemli olan bu degil. Asil önemli olan, bu kitabin Sovyet halkina (ve genel olarak halka) liderlerin ve yanilmaz kahramanlarin kisiliklerine tapinma egilimini asilamasidir. Bu, tehlikeli ve zararlidir. ‘Kahramanlar ve güruh’ teorisi Bolseviklere degil, Sosyalist-Devrimcilere özgüdür... Size bu kitabi çöpe atmanizi tavsiye ederim.”
Aslinda revizyonistler de, Stalin’in kamu önünde “kisiye tapinma”ya sistemli bir biçimde karsi çiktigini kabul etmek zorunda kalmislardir. Onlar, “tapinma”nin buna ragmen sürmesini, Stalin’in sözde “ikiyüzlülügü”ne baglamakta ve onun “tapinma”yi el altindan “tesvik ettigi”ni ileri sürmektedirler.
Peki ama, Stalin’in mide bulandirici bir biçimde yüceltilmesi kimlerden kaynaklaniyordu? “Tapinma”nin kurucusu, 1937’deki açik yargilamasinda ihanetini itiraf eden Karl Radek idi. “Tapinma”nin en atesli ve tumturakli savunucularindan biri de, 1956’da “tapinma”yi lanetlemede bas rolü oynamakla görevlendirilen Nikita Krusçov’du. Tabii, “tapinma”nin bir tür moda haline gelmesinden sonra bir çok dürüst komünist te bu akima ayak uydurdu; fakat, örnegin Viyaçeslav Molotov’un konusmalarinda Krusçov’un, Stalin’in sagliginda yaptigi konusmalarda tipik olanin tersine, Stalin’e asiri övgüler görülmez.
Bu baglamda, Stalin’in Lion Feuchtwanger’e yaptigi, “kisiye tapinma”nin, ilerde kendisinin sayginligini lekelemek için “yikicilar” tarafindan kasitli olarak tesvik edildigi yolundaki zekice gözlemi son derece ilginçtir. Yasanmis olan tam da budur. Ve eger Stalin bu durumun farkinda idiyse, o zaman onun kamu önünde “kisiye tapinma”ya karsi çikisinin bütünüyle içtenlikli oldugu disindaki bir alternatif açiklama hemen hemen olanaksiz hale gelir.
Dolayisiyla olgular, Stalin’in “tapinma”ya karsi çikisinda bütünüyle içtenlikli oldugu, ancak onun sürdürülmesini engelleyemedigi vargisini dayatmaktadir!
Ama, eger bu kaçinilmaz vargi dogru ise, bu vargidan –pek çok insan içtenlikle öyle olduguna inansa da- “diktatör” Stalin tablosunun bütünüyle bir söylence oldugu mantiksal sonucu çikar. Bundan, Stalin ile siyasal olarak onu destekleyenlerin uzun bir dönem boyunca SBKP’nin yönetici organlarinda azinlikta ve onun siyasal muhaliflerinin ise çogunlukta olduklari mantiksal sonucu çikar. Bundan, “kisiye tapinma”nin Stalin’in çevresinde, onun muhalefetine ragmen, gerçek durumu gözlerden saklamak, Stalin’in devrimci prestijini, bir yandan onun karsi çikmis olabilecegi politikalari mesru göstermek, bir yandan da ilerde onun sayginligini lekelemek için insa edildigi mantiksal sonucu çikar.
Stalin’i, SBKP liderligi içindeki gizli revizyonist çogunlugun “tutsagi” olarak resmeden bu alisilmamis tabloyu ele alirken su noktanin akilda tutulmasi gerekir: Marksist-Leninistlerin, isçi sinifinin genelkurmayi olan Marksist-Leninist Partinin -bir özelliginin de çogunluk kararlarinin hem azinlik ve (Genel Sekreter de içinde olmak üzere) hem de tekil üyeler için baglayici nitelik tasimasi oldugu demokratik merkezselcilik örgütsel kurali araciligiyla olusturulan- bir politika birligine dayanmasinin zorunlu oldugu ilkesine simsiki bagli olduklari animsanmalidir.
Kuskusuz, bir Marksist-Leninist, ancak Parti esas olarak Marksizm-Leninizmi ve isçi sinifinin çikarlarini temel almaya devam ettigi sürece kendisini demokratik merkezselcilik ilkelerine bagli sayar. Bu baglamda, SBKP’nin Stalin’in sagliginda, O’nun ölümünden sonra aldigi –simdi Sovyetler Birligi’nde kapitalist ekonomik sistemin restorasyonuna yol açmis olan -türden önlemler almamis olmasi anlamlidir. SBKP’nin, Stalin’in sagliginda siyasal bakimdan yanlis ve yeni bir devlet kapitalistleri sinifinin dogmasinin temellerini atan kararlar da aldigi dogrudur. Ama bu kararlar, onun ölümünden sonra alinan kararlardan nitelik olarak farkliydi; bu kararlar bir Marksist-Leninistin kosulsuz olarak, “Artik SBKP Marksist-Leninist bir parti degil, revizyonist bir parti oldugu için bu durum beni demokratik merkezselciligi tanimamak ve kamu önünde bu partinin politikalarini mahkûm etmek zorunda birakiyor” demesine yol açacak nitelikte degildi.
SBKP Merkez Komitesi Politbürosu’nun bilesimine bakacak olursak 1934’ten sonraki dönemin geneli itibariyle, onun üyelerinin çogunlugunun daha sonra revizyonist olduklarinin açiga çiktigini görürüz. Tabii, bu kisilerin o dönemde Stalin’in gerçek baglasiklari olduklari, ancak onun ölümünden sonra onun siyasal karsitlari haline geldikleri de söylenebilir. Ama onlarin Stalin’e, çoktandir siyasal bakimdan muhalif olmus olduklarini, ama bunu kamu önünde söylemeyi uygun görmediklerini kendi anlatimlarindan biliyoruz.
Stalin’in uzun bir süre boyunca gizli-revizyonist çogunlugun tutsagi oldugu yolundaki görüsün en çarpici kanitini, Ocak 1934’te toplanan SBKP 17. Kongresi’nin olgulari sunmaktadir. Görünüste bu kongrede, Genel Sekreterin çevresinde tam bir oybirligi vardi. Daha önceki kongrelerin hiçbirinde bu kadar çok sayida konusmaci “deha”sindan ötürü Stalin’i övmemisti. Açik muhalefet gruplari hatalarini kabul etmis, hiziplerini dagitmaya söz vermis ve Stalin’i ölçüsüz bir övgü yagmuruna tutanlara katilmislardi. Ama, Kongrede, 100’den fazla üyesi olan yeni Merkez Komitesi için seçimler yapildiginda, adaylar arasinda en az oyu alan Stalin oldu.
SBKP’nin, 1956’dan degil, 1934 gibi erken bir tarihten itibaren (o siralar gizli) revizyonistlerin egemenligi altinda bulundugu hipotezini dogrulamak için yeterli kanit bulundugu açiktir.
Isin aslina bakilirsa, ancak bu hipotez Sovyetler Birligi’nde yasanan olaylarin mantikli bir açiklamasini sunmaktadir.
Örnegin, Lenin ve Stalin kamu önündeki tutumlarini her zaman, sosyalizm kosullarinda isçilere yapilan ödemelerin isin nicelik ve niteligine göre belirlenmesi, ancak ücret farkliliklarinin kesinlikle sinirlanmasi ilkesine dayandirmislardi. 1930’lara kadar bu ilkeye sikica uyulmustu.
Bu tutumu degistirme kampanyasi, bazi fabrika yöneticileri ve sendika görevlilerinin bir dizi sektörde tüm isçiler için ücret esitligine gidilmesi uygulamasina gitmeleriyle baslatildi. Stalin Haziran 1931’de ücretlerin esitlenmesini hakli olarak mahkûm etti.
1934’ten itibaren, SBKP’nin yönetici organlarindaki revizyonist çogunluk bundan yola çikarak, yani Stalin’in ücretlerin esitlenmesini kinamasina ikiyüzlü bir tarzda göndermede bulunarak, giderek daha fazla büyüyen bir ücret farklilasmasi süreci baslatti. Sonunda yüksek bir devlet görevlisi bir isçinin kazandiginin 40 katindan fazlasini kazanir oldu; soförünün sürdügü ve hafta sonunda ailesini daça’sina götürmek için kullandigi arabasi edimsel olarak onun özel mülkü haline geldi. Bir fabrika yöneticisi, aylik ve primleriyle birlikte, fabrikasinda çalisan isçinin ücretinin 30 katina kadar para kazanir oldu. Ve daha önce oldugu gibi, Parti üyeligi onuru nedeniyle malî bakimdan cezalandirilmak yerine SBKP üyeleri –ortalamanin üzerinde personelin çalismasindan ötürü kuyruga girmenin gerekli olmadigi ve kamuya açik magazalarda bulunmayan ürünlerin bulundugu özel magazalardan yararlanma gibi- her türlü ayricaliga sahip oldular.
Bu asiri farkliliklar, toplumsal sistemin sosyalist niteligini ortadan kaldirmadi. Fakat onlar, yüksek ayricaliklara sahip bir emekçi halk katmaninin –Stalin’in ölümünden sonra revizyonizmi ve kapitalist ilkeleri hevesle benimseyen bir katmanin- olusmasinin ve sonunda yeni bir devlet kapitalistleri sömürücü sinifinin ortaya çikmasinin temellerini atti.
Eger Stalin, asiri ücret farkliliklari konusunda fikrini degistirmis olsaydi, O’nun bunu dile getirmesi beklenirdi. Ancak ben, Stalin’in böyle bir açiklama yaptigina iliskin hiçbir kayda rastlamadim. Öte yandan, bu politikaya karsi muhalefetini sürdürmesi ve çogunlugun kararinin kendisini de baglamasi halinde, onun kamu önünde bir açiklama yapmamasi ve muhalefetini Parti organlari içinde dile getirmekle yetinmesi nesnelerin dogasi geregiydi.
Böylelikle, “kisiye tapinma”nin, Partinin demokratik merkezselciligiyle yanyana bulunmasi, Stalin’in son derece büyük ücret farkliliklari politikasini destekledigi, hatta kendisinin ücretlerde esitlikçilige karsi çiktigi gözönüne alindiginda, O’nun bu politikanin mimari oldugunun ima edilmesini olanakli kildi.
Hipotezimize Komünist Enternasyonal baglaminda göz atalim.
Çizilen tipik Komintern tablosu bu örgütün, “Stalin’in denetiminde” bir alet oldugu ve onun politikalarinin üç asagi bes yukari Stalin’in kavrayisina bagli olarak saga sola yalpaladigi biçimindedir.
Fakat bu tablo, bilinen olgularla uyusmamaktadir.
Örnegin, Komünist Enternasyonal’in 1922’de toplanan 4. Kongresi sirasinda, Lenin’in sagligi daha o zaman o kadar kötüydü ki, kongrede esas rolü Trotski oynamisti. Komünist Enternasyonal’e, -Komünist Partiden, sosyal-demokrat partiden ve kitlesel sendikalardan alinacak bakanlardan olusacak ve daha sonra isçileri silahlandiracak, sermayenin iktidarini yikacak, üretim araçlari üzerinde isçilerin denetimini kuracak ve kapitalist devleti bir isçi devletine dönüstürecek- sözde “isçi hükümetleri” kurmak için çalisma revizyonist çizgisini, iste bu kongre dayatmisti.
Stalin’in müdahalesi ilk kez Komünist Enternasyonal’in 1924’te toplanan 5. Kongresi’nde oldu; bir önceki Kongrenin –sosyalizme parlamenter yoldan geçis yanilsamasini besleyen- revizyonist çizgisinin reddi ve kapitalist devletin devrimci yoldan yikilmasi için isçilerin seferber edilmesi dogrultusunda çalisma biçimindeki dogru Marksist-Leninist çizginin kabulü, esas olarak Stalin’in inisiyatifiyle gerçeklestirildi.
Bunu izleyen dört yillik sürede Stalin’in Komintern’in çalismalarinda öndegelen bir rol oynadigi kuskusuzdur; O’nun bu döneme iliskin “Yapitlari” Komintern’in gündemine iliskin çok sayida konusma içermektedir. Fakat, Komintern’in 1928’de toplanan 6. Kongresi, bir dizi önemli sorunda Stalin’in siddetle karsi çiktigi bir çizgi benimsedi; daha sonraki birkaç yil boyunca Komünist Enternasyonal, uluslararasi harekete -özellikle Komünist Enternasyonal’in Almanya Komünist Partisi’ne dayattigi çizginin, büyümekte olan fasizm tehlikesine karsi birlesik bir cephe insa etme kilit görevini edimsel olarak baltaladigi Almanya basta gelmek üzere- giderek daha fazla zarar veren ve zaman içinde daha da derinlesen “solcu” bir rotaya girdi. Fakat, 1928’den sonra artik, Stalin’in Komintern gündemine iliskin konusmalarina rastlanmaz; Stalin, Komintern’in yönetici organi olan Siyasal Sekretaryaya seçilmemisti. Komünist Enternasyonal’in denetimi, basini Dmitri Manuilski ile Georgi Dimitrov’un çektigi bir gizli revizyonistler grubunun eline geçmisti.
Bir baska deyisle, Komintern, Stalin’in bu örgütteki edimsel etkisinin ortadan kaldirilmasindan sonra Komünist Partilerine 1929-34 döneminin “solcu” taktiklerini; yani, Komünistlerin, ayri ve küçük “kizil” sendikalar kurmak üzere kitlesel sendikalardan ayrilmasi gerektigi, burjuva demokrasisi ile fasizm arasinda esasa iliskin hiçbir fark olmadigi, Almanya’da isçi sinifinin bas düsmaninin fasizm degil de sosyal-demokrasi oldugu türünden -Almanya’da fasizmin zaferinde önemli bir rol oynayan- taktikleri dayatti.
Ve Komünist Enternasyonal’in 1935’de revizyonistlerin önderliginde toplanan 7. Kongresi, 1922’de Trotski’nin inisiyatifiyle kabul edilen sag revizyonizme, yani “parlamenter demokrasi” yoluyla, sözde seçimle isbasina gelecek ve sermayenin iktidari içinde devrimci gedikler açabilecek, üretim üzerinde isçi denetimi kurabilecek ve kapitalist devleti bir isçi devletine dönüstürebilecek olan Halk Cephesi hükümetlerinin kurulmasi çizgisine geri döndü.
Tabii, 1935’e gelindiginde Stalin’in Marksist-Leninist ilkelerden koptugu ileri sürülebilir. Ama, Stalin’e bu çizgiyi kamu önünde onaylatmak, Komünist Enternasyonal’in 7. (ve son) Kongresi’nin revizyonist çizgisinin savunucularina sadece yarar saglardi. Böylesi bir onamanin asla gerçeklesmemis olmasi, Stalin’in bu çizgiye kisisel muhalefetinin güçlü bir dolayli kanitini olusturur.
Simdi Sovyetler Birligi’nin kendisine dönebiliriz.
Hem Lenin hem de Stalin, isçi sinifinin siyasal iktidarini kurmasindan ve sosyalist bir toplumun insasina girismesinden sonra sinif savasiminin süreceginin her zaman altini çizdiler. Revizyonistler Stalin’i, bir yandan bunun böyle oldugunu ileri sürmek, bir yandan da kapitalist sinifin ortadan kaldirilmis oldugunu söylemek suretiyle “kendi kendisiyle çelistigini” belirterek elestirmeye bayilirlar.
Evet, bellibasli üretim araçlari toplumsallastirildiginda kapitalist sinif, emekçi halki sömüren üretim araçlari sahibi sinif ortadan kaldirilmis olacaktir. Ancak, bu eski sinifin mensuplari, çogunlukla varolmaya devam ederler; parasal biriktirimleri tükendiginde çalismak ve isçi sinifinin bir parçasi haline gelmek zorunda kalabilirler. Ama onlar bundan ötürü, kaçinilmaz olarak isçi sinifinin bakis açisini benimsemezler. Onlar, eski sistem kosullarinda sahip olduklari mülk ve statüyü yeniden ele geçirmenin özlemiyle yanip tutusur ve kendilerinden “çalinan” seyleri geri alabilmek için dogal olarak biraraya gelir ve komplolar kurar, ama bu arada, bütün bunlari açgözlülük ve bencillik gibi motiflerle degil, “özgürlük”, “demokrasi” ve “uygarlik” yararina yaptiklarina inanirlar.
Asil mülksüzlestirilen kapitalistlerin ölümüyle de bu siyasal muhalefet sona ermez. Onlar bakis açilarini kendi çocuklarina ve çocuklarinin çocuklarina aktarabilmekte, onlara ailenin bir köskünün ve hizmetçilerinin oldugu “o eski güzel günler”e özlem duymayi ve o günleri geri getirmek için çalismayi ögretebilmektedirler.
Sovyet yönetiminin ilk günlerinde bu karsi-devrimci siyasal muhalefet, mensuplarinin kapitalist ülkelerin çogunun yabanci müdahale ordularinin yardimini aldigi silahli iç savas biçimini aldi. Bu muhalefet ayni zamanda, Sovyet iktidarini çökertmek amaciyla karsi-devrimi destekledikleri için bastirilmalarina kadar geçen süre içinde, Kadetler, Mensevikler vb. pro-kapitalist siyasal partilerin siyasal muhalefeti biçimine büründü.
Burjuva partilerinin bastirilmasi nedeniyle, Komünist Partisinin biricik yasal parti haline gelmesini izleyen dönemde, Sovyet yönetimine karsi Komünist Partisi içindeki muhalefet hiziplerinin yürüttügü siyasal muhalefet açik bir biçime bürünmeye devam etmekteydi. Tabii, Parti içindeki bu siyasal muhalefetlerin biçimi, anti-Bolsevik partilerin muhalefetlerininkinden farkliydi; bu muhalefetler kendilerini “sosyalist” ve “Marksist” olarak gösteriyor ve hatta Lenin ve Stalin’den daha iyi Marksist olduklarini ileri sürüyorlardi. Ama, birbirini izleyen her durumda Lenin ve Stalin’e muhalefetlerinde ortaya koyduklari siyasal çizgi, yasama geçirilmesi halinde sosyalizmin insasini sekteye ugratacak nitelikteydi.
Elbette, Rusya Komünist Partisi içindeki bu hizip muhalefetini yürütenler, büyük çogunluguna Parti üyeliginin kapali oldugu eski-kapitalistler degildi. Fakat, her Marksist-Leninist Partide, isçi sinifinin bakis açisina sahip üye kitlesi disinda, partiye küçük-burjuva bakis açisini -yani esas olarak burjuva nitelik tasiyan bir bakis açisini- getiren ve muhafaza eden belli sayida üyeler de bulunur. Öte yandan, kasitli olarak onu çökertmek amaciyla bu Partilere az sayida gizli ajan da kaçinilmaz olarak sizacaktir: küçük-burjuva bakis açisina sahip Parti üyeleri ise bu ajanlarin, üzerinde faaliyet gösterdigi zemini saglarlar.
Dolayisiyla, Marksist-Leninist bir Parti içindeki hizip savasimlari aslinda, isçi sinifiyla kapitalist (ya da eski-kapitalist) sinif arasindaki sinif savasiminin bir yansimasindan baska bir sey degildirler.
Örnegin, 1920’lerde SBKP içindeki muhalefetin çizgisinin kilit noktalarindan biri, tek ülkede sosyalizmin insasi olanaksiz oldugu için Sovyet hükümetinin “uluslararasi devrimci görevi”ni, Kizilordu’yu, isçilerin kapitalizmi yikmalarina “yardimci olmak” üzere Bati Avrupa’ya göndermek suretiyle yerine getirmesi gerektigi biçimindeydi.
Uygulamaya konulmasi halinde, Sovyet Rusya’da isçi sinifi iktidarinin yikilmasindan baska bir sonuç veremeyecek olan bu suç derekesindeki hatali politikaya karsi saldiriyi yöneten ve onun Partinin ezici çogunlugu tarafindan reddedilmesini saglayan Stalin oldu.
Bu yenilgi ve öndegelen muhalefet lideri Leon Trotski’nin Sovyetler Birligi’nden kovulmasi, geriye kalan muhalefet üyelerini, Stalin’in çevresindeki önderligin politikalarina karsi cepheden muhalefetin, yakin gelecekte basarili olma sansinin bulunmadigini kabul etmek zorunda birakti. Bu yüzden onlar taktiklerini degistirdiler; açikça muhalefet yürütmekten vazgeçtiler; eski hatalarini mahkûm ettiler ve her türlü hizip çalismasini durduracaklarina söz verdiler. Kurulusundan bu yana, Komünist Partisi’nde ilk kez siyasal oybirligi saglanmis gözüküyordu.
Muhalefet, yeni taktikleri uyarinca üyelerini Parti ve devlet aygiti içinde öndegelen ve etkili makamlara yerlestirmeye ve izlemek istedikleri revizyonist siyasal çizginin uzlasmaz karsitlari saydiklari Parti üyelerini terörizm yöntemleriyle ortadan kaldirmaya giristi. Siyasal muhalefet, Stalin’in anlatimiyla, “komplocu ve terörist bir örgüt” haline geldi.
Istisnasiz bütün devletlerde güvenlik polisi, devlet aygitinin önemli bir ögesini olusturur. Bu bakimdan, muhalefetin komplo planlarinin kilit noktalarindan biri, güvenlik polisinin denetimini ele geçirmekti.
Sovyet güvenlik polisinin basi Viyaçeslav Menjinski 1934’te öldü ve yerini eski yardimcisi Henrikh Yagoda aldi. 1938’de ihanet suçlamasiyla yargilanmasi sirasinda Yagoda, bir süredir gizli komplonun bir parçasi oldugunu ve Menjinski’nin, dogal nedenlere bagli olarak gerçeklesmis gibi gösterilerek öldürülmesini düzenledigini itiraf etti.
Bunu (yani 1934’ü- G. A.) izleyen dört yillik süre içinde NKVD ilk basta, onu esas olarak kendi üyelerinin komplosuna katilanlari korumak için kullanan muhalefetin elindeydi. Bu arada, muhalefet, uzlasmaz karsitlari saydiklari Parti ve devlet liderlerine karsi kapsamli bir cinayet kampanyasina girismisti. Bu cinayetler için seçilen ana yöntem, adigeçen yöneticilere eslik eden doktorlarin –yani ya zaten muhalefet komplosunun üyeleri olan ya da baski ya da santaj yoluyla bu komploya hizmet etmeye zorlanan tip görevlilerinin- kullanilmasiydi. Bir lider hastalandiginda doktor çagriliyor, yanlis tedavi uygulaniyor ve hasta ölüyor, ardindan doktor hastanin dogal nedenlerle öldügü yolunda bir ölüm sertifikasi imzaliyordu. Muhalefet liderleri ise ölünün ardindan gazetelere derin üzüntülerini anlatan abartili taziye mesajlari gönderiyorlardi.
Bu yolla ortadan kaldirilan önemli liderler arasinda (Menjinski’nin disinda) Valeryen Kuybisev (Yüksek Ekonomi Konseyi Baskani ve Parti Politbüro üyesi) ve yazar Maksim Gorki de vardi.
Artik Politbüroda azinliga düsmüs olan Stalin, (muhalefetin bu atagina- G. A.) Parti Genel Sekreteri sifatiyla sahip oldugu sinirli iktidari kullanarak, kisisel güvenlik birimini yeni bastan örgütlemek ve onu, kendi denetimi ve Aleksandr Poskrebisev’in yönetimi altinda bir istihbarat örgütüne dönüstürmek suretiyle yanit verdi.
Daha sonra, Aralik 1934’de Sergey Kirov (Leningrad Parti Sekreteri ve Parti Politbüro üyesi), muhalefetin öndegelen üyelerinden olan –ve Ekim Devrimi’nin kararlastirilan tarihini kapitalist basina açiklamis olmalariyla taninan- Grigori Zinovyev ile Lev Kamenev’in dostu Leonid Nikolayev adli birisi tarafindan vurularak öldürüldü. Basinda Yagoda’nin bulundugu NKVD, Kirov cinayetinden ötürü bir dizi eski aristokrati komplo düzenleme saviyla tutukladi.
Ancak Stalin’in istihbarat örgütü, O’nun kisisel denetimi altinda, Kirov cinayetini bagimsiz bir biçimde sorusturdu. Bu örgüt Nikolayev’in, basini Zinovyev ile Kamenev’in çektigi Leningrad’daki muhalefet çevresine üye oldugunu, Nikolayev’in cinayetten birkaç gün önce üzerinde bir tabanca ve Kirov’un bürosuna gidis ve gelisinde kullandigi yolu gösteren bir harita oldugu halde NKVD tarafindan yakalandigini ve ardindan serbest birakildigini ortaya çikardi. Genel Sekreterin istihbarat örgütünün hazirladigi rapor üzerine, NKVD, Zinovyev ve Kamenev’in yanisira yerel NKVD yöneticisini tutuklamak zorunda kaldi. Zinovyev ile Kamenev, Nikolayev’i cinayeti islemeye tesvik eden bir atmosfer yaratmaktan suçlu bulundular ve kisa süreli bir hapis cezasina çarptirildilar.
Ancak, Stalin’in istihbarat örgütü Kirov cinayetine iliskin sorusturmasini sürdürdü ve Zinovyev ile Kamenev’in cinayetten sadece “ahlaki açidan sorumlu” olmakla kalmadiklarini, onun planlamasinda dogrudan yer aldiklarini ortaya çikardi. Bunun üzerine onlar, bu daha agir suçlama temelinde yeniden yargilandilar, suçluluklarini kabul ettiler ve ölüm cezasina mahkûm edildiler.
1935-36’da Stalin, devlet güvenlik polisinin “beceriksizligi”ni birkaç kez elestirdi. Bunun üzerine NKVD’nin basi Yagoda (Eylül 1936’da) sonunda görevinden alindi ve yerine –daha sonra kendisinin de muhalefet komplosunun bir üyesi oldugu anlasilacak olan- yardimcisi Nikolay Yejov getirildi.
1937 ve 1938’de Yejov’un yönetimindeki NKVD –Stalin’in elestirisini dikkate almis gözükerek- son derece “aktif” bir rota izledi. O, asil komploculari korurken çok sayida tümüyle dürüst Komünisti sahte suçlamalarla tutukladi ve hapse atti.
1937 ve 1938 yillarinda Stalin’in istihbarat örgütü bagimsiz sorusturmalarini sürdürdü ve NKVD’ye, muhalefet komplosunun öndegelen isimlerinin –Karl Radek, Yuri Piyatakov ve (NKVD’nin sabik yöneticisi) Henrikh Yagoda’nin yanisira içlerinde Genelkurmay Baskani Maresal Mikail Tuhaçevski’nin de bulundugu bir dizi Kizilordu üst düzey subayinin- ihanetine iliskin tartisma götürmez kanitlar sunarak NKVD’yi onlari tutuklamak ve mahkemeye çikarmak zorunda birakti.
Sivil saniklar kamuya açik durusmalarda yargilandilar, suçluluklarini kabul ettiler ve ölüm ya da uzun hapis cezalarina çarptirildilar.
NKVD’nin basindaki komplocular, kendi denetimleri disindaki kosullara bagli olarak saniklarin durusmalara çikarilmalarini önleyememekle birlikte, savcilarin kayitsiz bakislari altinda saniklarin mahkeme ifadelerinde, en basit bir denetimin bile yanlisligini açiga çikarabilecegi bir-iki küçük hata yapmasina izin verdiler ve böylelikle durusmalarin güvenilirligi üzerine belirli bir süphe gölgesi düsürülmesine yardimci oldular. Örnegin, (Agustos 1936’daki Zinovyev-Kamenev yargilamasinin saniklarindan biri olan) Eduard Holtzmann, Trotski’nin oglu Lev Sedov ile komplo amaçli bir görüsme yaptigini kabul etti; ama bu durusmanin Kopenhag’daki Bristol Oteli’nde gerçeklestigini söyledi. Sürgündeki Trotski ise, Bristol Oteli’nin bu sözümona görüsmeden yillarca önce yikilmis olduguna isaret ederek yargilamanin tümünün, “adli sahtekârlik” olarak nitelenmek suretiyle reddedilmesi gerektigini ileri sürdü.[1]
Kuskusuz, bilindigi gibi uydurma kanitlar olusturulabilir, taniklar yalan söyleyebilir; sahte suçlamalar ve “adli sahtekârliklar” da görülmemis seyler degildir.
Ancak, bu yargilamalarin önemli bir özelligi saniklarin, Alman ve Japon istihbarat örgütleriyle isbirligi halinde casusluk da içinde olmak üzere ihanet komplosuna iliskin suçlamalarin tümünü kabul etmis olmalaridir. Trotski’nin, “iyi Komünistler” olan saniklarin “adli sahtekârlik kurbani” olduklari yolundaki savinin kabul edilmesini güçlestiren, her seyden önce, iste bu itiraflardir.
Bu güçlügü açiklamak için ileri sürülen teorilere bir göz atalim.
Birincisi, iskence. Bazi dürüst Komünistleri iskence yoluyla sahte ihanet itiraflari yapmaya zorlamak elbette olanaklidir. Fakat, mahkemede bunu sergileme olanagi bulunmaktaydi. Ne var ki, çok sayida saniktan hiçbiri böyle bir girisimde bulunmadi; hatta (mahkemede- G. A.) kendilerine açikça, yargilama öncesinde herhangi bir baskiya ugrayip ugramadiklari sorulanlarin hepsi de bu soruya olumsuz yanit vermistir.
Ikincisi, ilaçlar. Ancak, tip bilimi, insanlari bir yandan tümüyle gerçekdisi suçlamalari itiraf etmeye zorlarken, bir yandan da diger bütün bakimlardan tümüyle normal davranmalarini, hatta savciyla karsilikli tartismaya girmelerini saglayan bir ilacin varligindan habersizdir.
Üçüncüsü, sahte itiraflarda bulunmalari halinde bagislanacaklari vaadi. Bu teori, belki ilk yargilamalar baglaminda hesaba katilabilir. Fakat, Zinovyev ile Kamenev’in idam edilmelerinden sonraki yargilamalar için bu olasilik asla geçerli olamaz.
Dördüncüsü, Stalin’e sadakat. Saniklarin hemen hemen tümünün yillardir Stalin’e karsi açikça kampanya yürütmekte olduklari gözönüne alindiginda bu, anilan teoriler arasinda en az inandirici olani olmaktadir.
Nisan 1937’de, Leon Trotski’yi Savunma Komitesi, o zaman Trotski’nin yasamakta oldugu Meksika’da, Sovyetler Birligi’ndeki yargilamalara iliskin bir “Sorusturma Komisyonu” topladi. Eger masum idiyseler, dürüst kidemli devrimcilerin kamuya açik mahkeme sürecinden masum olduklarini ilan etmek için yararlanmalarinin neden gerekmedigi yolundaki bir soruya Trotski sadece su yaniti verebildi:
“Bu tür sorulari yanitlamakla yükümlü degilim.”
Yargilamalari izleyen deneyimli gazetecilerin, avukatlarin ve diplomatlarin büyük çogunlugunun mahkeme sürecinin güvenilirligi ve saniklarin suçlulugu konusunda hiçbir kuskularinin olmamasi anlamlidir. Örnegin, ABD’nin Moskova elçiligine atanmadan önce kendisi de bir avukat olan Joseph Davies söyle yaziyordu:
“Bu mahkeme süreci, insan dogasinin bütün temel zaaf ve kusurlarini, kisisel ihtiraslarin en kötü örneklerini gözler önüne seriyor. O, bu hükümeti alasagi etmeye çok yaklasmis olan bir komplonun ana çizgilerini ortaya koyuyor...
“Bence, Sovyet hukukuna göre siyasal saniklar açisindan, onlarin ihanetten mahkûm edilmelerini hakli çikaracak düzeyde suçlarin islenmis oldugu,... herhangi bir kuskuya yer birakmayacak biçimde kanitlanmistir (...)... Yargilamayi en düzenli bir biçimde izleyen diplomatlarin kanisi, genel olarak, davanin, çok çetin bir siyasal muhalefetin ve son derece ciddi bir komplonun varligini kanitladigi dogrultusundaydi; bu da Sovyetler Birligi’nde son alti aydir yasanmakta olan ve simdiye kadar açiklanamayan olaylarin bir çogunu diplomatlar açisindan aydinliga kavusturuyordu.” (J. E. Davies, Mission to Moscow, New York, 1944, s. 236, 238)
Kanitlarin askeri niteligi yüzünden Tuhaçevski ve diger öndegelen generaller savas divani tarafindan gizli olarak yargilandilar. Dolayisiyla, son yillarda “haksiz yargilama” savlari bu dava üzerinde odaklandi. Hem Ingiliz hem de Çekoslovak istihbarat servislerinin, Tuhaçevski’nin Nazi Almanyasi hesabina ihanet faaliyeti konusunda Moskova’ya uyarilarda bulunduklari kabul edilmektedir; fakat bu durum, aslinda onun Sovyet devletine sadik oldugu halde, Sovyetler Birligi’nin askeri gücünü zayiflatmak isteyen Alman istihbarat servisinin düzenledigi bir “oyunun” kurbani oldugu teorisiyle “açiklanmaktadir.” Bu teorinin hesabina üzücü olmakla birlikte, Tuhaçevski’nin yurtdisi gezilerinde pro-Nazi sempatisini gizlemediginin yeterince kanitinin bulundugu belirtilmelidir. Örnegin, Fransiz gazeteci Genevieve Tabouis, They Called Me Cassandra adli kitabinda sunlari yazmisti:
“Tuhaçevski’yle son karsilasmam Kral Besinci George’un cenaze töreninden bir gün sonra olacakti. Sovyet elçiliginde verilen yemekte Rus generali çok konuskandi... O, Almanya’ya yaptigi geziden daha yeni dönmüstü ve Nazilere atesli övgüler yagdiriyordu. Sag yanima oturmus olan Tuhaçevski durmadan, ‘Onlar daha simdiden yenilmezlik noktasina ulasmislar, Madame Tabouis!’ deyip duruyordu... O aksam onun bu coskusundan dehsete kapilan tek kisi ben degildim.”
Özetlemek gerekirse, 1936-38 yargilamalarina iliskin bilinen olgularin, mahkemelerde yargilanan saniklarin aynen iddia makaminca ileri sürüldügü gibi suçlu olmalari disinda herhangi bir açiklamasi yapilamamistir. Bununla birlikte, öndegelen komplocularin ancak daha çok göze batanlarinin, esas olarak da açik muhalefet geçmisi bulunanlarinin saptandigi ve etkisizlestirildigi simdi daha iyi anlasilmaktadir. Tutuklanan komplo mensuplarinin, açiga çikmamis suç ortaklarini korumak amaciyla ancak yetkililerin kesfettigi verileri kabul etmeleri ve bunun ötesinde bir itirafta bulunmamalari konusunda aralarinda önceden anlastiklari kuskusuzdur. Bu yüzdendir ki, Zinovyev ile Kamenev ilk yargilanmalari sirasinda, konusmalarinin Kirov’un öldürülmesini tesvik eden bir atmosfer yarattigini kabul ettiler ve bundan ötürü çok üzgün olduklarini söylediler. Onlar, ancak ikinci yargilanmalari sirasinda, yeni kanitlar kesfedildikten sonra suça ortak olduklarini kabul ettiler.
Kayitlardan da görülebilecegi gibi, 1937 ve 1938 yillarinda Stalin, sadece gerçek hainleri korumakla kalmadigini, ama ayni zamanda çok sayida dürüst yoldasi yasadisi bir tarzda tutukladigini ileri sürdügü NKVD’yi elestirmeye devam etti. Stalin’in kisisel inisiyatifi sonucunda Aralik 1938’de Yejov NKVD Baskanligi görevinden alindi ve yerine Stalin’in eski bir çalisma arkadasi olan Lavrenti Beria getirildi.
Stalin’in ölümünden sonra SBKP’nin rakipsiz liderleri haline gelen revizyonistler, devlet güvenlik polisinin basi sifatiyla Beria’yi, iktidari kötüye kullanma alaninda Stalin’in ardindan ikinci “bas suçlu” sayiyorlardi.
Bununla birlikte, Beria’nin NKVD Baskani makaminda bulundugu dönemin tümü boyunca -Aralik 1938’den Ocak 1946’ya kadar- güvenlik polisi tek bir öndegelen kisiyi bile tutuklamadi. Daha sonraki olaylarin isiginda baktigimizda, bunlardan bazilarinin tutuklanmis olmalarinin gerektigini söyleyebiliriz. Ama aslinda, Beria’nin yönetimi altindaki NKVD, savasin patlak vermesine kadar geçen sürede Yagoda ve Yejov dönemlerinde tutuklanan tüm mahkûmlarin dosyalarini yeniden sorusturmakla ugrasiyordu. Bunun sonucunda, (o zaman Ingiliz gazetelerinin muhabirlerinin de taniklik etmis olduklari gibi) binlerce siyasal mahkûm aklandi ve evlerine dönmek üzere tahliye edildi.
Gerçekten de hakikat Krusçov’un, SBKP’nin 20. Kongresi’ndeki gizli konusmasinda çizdigi Beria tablosundan bütünüyle farklidir. Ama, büyük anti-sosyalist komplonun açiga çikarilamamis ögeleri olduklari dikkate alindiginda, SBKP’nin Stalin-sonrasi liderlerinin, -komplocularin planlarini yasama geçirmelerini engellemede Stalin’e yardimci olan- Beria’ya ve her ikisine karsi neden bu denli büyük nefret besledikleri anlasilabilir.
Stalin’in çevresinde “kisiye tapinma”nin insa edilmesi revizyonistlere büyük avantajlar saglamakla birlikte, bu durum onlar açisindan iki önemli dezavantaj da yaratmaktaydi.
Birincisi, bu kosullar, SBKP’nin yönetici organlarinda çogunluga sahip olsalar da, Stalin sag ve siyasal bakimdan aktif oldugu sürece revizyonistlerin sosyalist toplumun temellerini açikça zayiflatacak, kapitalist toplumun özelliklerinden herhangi birini açikça restore edecek önlemler almalarini edimsel olarak önledi. Bu kosullar revizyonistlerin böyle davranmalarina izin vermedi; çünkü bu tür önlemler alan bir partinin artik Marksist-Leninist bir parti olmadigi ortaya çikacak ve bu durumda demokratik merkezselciligin geregi olan disiplin Marksist-Leninistler bakimindan baglayici olmaktan çikacakti. O zaman “kisiye tapinma” sonuç itibariyle, Stalin’in basini çektigi Marksist-Leninist azinligin revizyonist çogunlugu kinamasina büyük bir agirlik kazandiracak ve sosyalist toplumu yok olmaktan kurtarmak amaciyla partinin Marksist-Leninist çizgide yenibastan kurulusu için Sovyet emekçi halkina yapilabilecek herhangi bir çagriyi daha güçlü kilacakti.
Bu baglamda, Sovyet toplumunda isçi sinifinin önder rolünü zayiflatan ilk belirgin önlemlerin –Stalin’in 1952’de kaleme aldigi SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunlari adli yapitinda mahkûm ettigi adimin, yani Devlet Makine ve Traktör Istasyonlarinin kollektif çiftliklere devri kampanyasinin- Stalin’in geriye kalan Marksist-Leninist çalisma arkadaslarinin, yani Viyaçeslav Molotov, Lazar Kaganoviç ve Lavrenti Beria’nin tüm etkili makamlardan atilmalarindan (ya da Beria’nin durumunda oldugu gibi kursuna dizilmesinden) sonra alinmis olmasi anlamlidir.
Ikincisi, Stalin’in, Partinin Genel Sekreteri sifatiyla kendisini küçük, ama etkili bir güç aygitiyla kusatmis olmasi, onun ancak bir tür askeri darbeyle görevinden alinabilecegi anlamina geliyordu. Revizyonistlerin, Stalin’in çevresinde bir “kisiye tapinma” insa etmis olmalari, böylesi bir askeri darbeye belirgin bir karsi-devrimci nitelik kazandiracakti. Böylesi bir darbenin Sovyet emekçi halk yiginlarinin destegini kazanmasi, ancak onlarin Stalin’e karsi nefret ve öfkeyle dolmalarina yol açacak olaganüstü bir bunalim kosullarinda olanakli olabilirdi.
Muhalefet komplosunun planlarinin, Almanya’yla yaklasmakta olan savas baglaminda tam da bu türden kosullari olusturmak amaciyla biçimlendirildigini gösteren yeterince kanit bulunmaktadir.
Mart 1938’de Nikolay Buharin ve digerlerinin yargilanmasi sirasinda saniklar, Almanya’nin Sovyetler Birligi’ne saldirisi üzerine Sovyet Yüksek Komutanliginin cepheyi Alman ordularina açmasi ve bunlarin da hizla Moskova kapilarina kadar ilerlemelerine izin vermesi konusunda Nazi Almanyasi’nin istihbarat servisiyle anlastiklarini itiraf ettiler. Revizyonistler tam da o sirada, SBKP’nin yönetici organlarindaki revizyonist çogunlugun destekleyecegi bir askeri darbe yapacaklardi. “Kisiye tapinma” ya göre her seyi kisisel olarak denetledigi varsayildigi için Stalin ile diger öndegelen Marksist-Leninistler Sovyetler Birligi’nin savunmasini sabote ettikleri suçlamasiyla tutuklanacaklardi. Daha sonra, yeni Sovyet hükümeti, ödül olarak Ukrayna ve Belarusya’yi ilhak edecek olan Almanya ile bir baris anlasmasi yapacak, dahasi bunu yaparken Lenin’in 1918’de Brest-Litovsk Anlasmasi sirasinda basvurdugu taktikleri, bu adimin Leninist öncelleri olarak sunacakti.[2] Daha sonra, yeni Sovyet hükümeti, Sovyetler Birligi’nin geriye kalan bölümünde, Stalin döneminin “suçlari”ni “sergileyecek”, “sosyalizm” bayragini muhafaza ederken, sosyalist ekonomiyi bir çesit devlet kapitalizmine dönüstürecek “reformlar” gerçeklestirecekti.
1938 yargilamasinin saniklarina göre plan böyleydi. Simdi bunu 1941’de gerçekten olup bitenlerle karsilastiralim.
O yilin ilkbaharinda Alman Yüksek Komutanligi Sovyet sinirina milyonlarca asker yigdi. Sovyet istihbarat elemanlari, isgalin baslayacagi gün de içinde olmak üzere Hitler’in tasarladigi “Barbarossa Operasyonu”nun ayrintilarini Moskova’ya, tümüyle dogru bir biçimde bildirdiler. Ingiliz ve diger yabanci istihbarat servisleri hemen hemen benzer uyarilarda bulundular. Ama gene de Sovyet hükümeti Sovyet silahli kuvvetlerini seferber etmek için tek bir adim bile atmadi; hatta sinir birliklerini bile alarm durumuna geçirmedi.
Bunun sonucunda, 22 Haziran 1941’de Almanya’nin kitlesel isgali basladiginda Sovyet birlikleri tümüyle gafil avlandilar ve düsmanin sayisal üstünlügü karsisinda ezildiler. Sovyet hava kuvvetlerinin büyük bir bölümü daha havalanamadan yok edildi. Bati Avrupa’nin tümünün sanayisi tarafindan donatilmis bulunan Alman ordusu, gerçekten de kisa bir süre içinde Moskova’nin kapilarini dövmeye basladi.
Olaylarin bu dogrultuda gelisimi, “yetersizlik”le açiklanamaz. Bu, ancak ihanetle açiklanabilir. Bu gelismeler, komplocularin Mart 1938 yargilamasinda açikladiklari planlarla tam bir uyum göstermekteydi.
Bu analiz, Ikinci Dünya Savasinin en büyük gizlerinden birini, yani, kuskusuz son derece yetenekli olan Alman silahli kuvvetlerinin Sovyetler Birligi’ne sirtlarinda kislik giysileri ve araçlarinda antifriz olmaksizin gitmelerinin –ki, her ikisi de bu kuvvetlerin 1941-42 kisinda ugradiklari askeri felakete katkida bulundu- ardinda yatan nedeni açiklamaktadir. Salt askeri açidan bakildiginda, bir onbasi bile Almanya’nin Sovyetler Birligi’nin engin topraklarini kis gelmeden zaptedecegini umamazdi. Ama tabii, eger bütün planlar, savasin patlak vermesinden birkaç hafta sonra Moskova’da bir askeri darbenin meydana gelmesi ve ardindan bir ateskes ve bir baris anlasmasinin imzalanmasi beklentisine göre düzenlenmis ise, o zaman her sey ilk kez yerli yerine oturur.
Simdi Sovyet Partisi ve devletine egemen olan revizyonistler, Sovyet ordusunun Haziran 1941’de ugradigi bozgundan ötürü Stalin’i suçlamaktadirlar. Büyük Yurtsever Savas’in resmi tarihine göre, Stalin “siyasal açidan o denli saf” idi ki, Sovyetler Birligi’yle 1939 sonbaharinda imzaladiklari saldirmazlik pakti nedeniyle Nazilere “güvenilebilecegi” gerekçesiyle Alman planlarina (“Barbarossa Operasyonu”na- G. A.) iliskin bütün istihbarat raporlarini reddetti.
Fakat, bu açiklama da bilinen olgularla uyusmamaktadir.
Baska özellikleri ne olursa olsun, Stalin asla “siyasal açidan saf” bir kisi degildi. Stalin 1931’de Sovyet halkini, Sovyetler Birligi’nin kaçinilmaz olarak yaklasan savasta yok edilmek istemiyorsa Sovyet agir sanayisini on yil içinde insa etmesi gerektigini söyleyerek uyardi. O, SBKP’nin 1939’daki 18. Kongresi’nde, Bati Avrupa emperyalist devletlerinin, Sovyetler Birligi’ne karsi bir Alman saldirisini kiskirtmayi hedefleyen “yatistirma politikasi”ni bir bütün olarak dogru bir analize tabi tuttu. 1941 ilkbaharinda, esas olarak Kizilordu subaylarina hitaben bir dizi konusma yapan Stalin onlari Alman saldirisinin yakinligi konusunda uyardi. Örnegin O, 5 Mayis 1941’de askeri akademilerin mezunlarinin bir toplantisinda yaptigi konusmada, 1942’ye kadar bir Alman saldirisinin “hemen hemen kaçinilmaz” oldugunu, “bu andan Agustos 1941’e kadar olan dönemin” ise en tehlikeli dönem oldugunu söyledi.
Eger bu analiz dogruysa –ki, ben bu analizin bilinen olgularla uyusan tek analiz oldugunu düsünüyorum- o zaman, Sovyetler Birligi’nin 1941’de ugradigi korkunç yenilgilerden sorumlu olan komplocularin neden planlarini mantiksal sonucuna, yani bir askeri darbeye kadar götürmedikleri sorusu sorulmalidir. Bence, bu sorunun yaniti su olguda aranmalidir: O günlerin tüm Sovyetler Birligi gözlemcilerinin oybirligiyle taniklik ettikleri gibi yenilgilerin soku Sovyet emekçi halkinda bu yenilgilere ülke içinde bir günah keçisi arama istegi, ne pahasina olursa olsun barisa kavusma istegi yaratmamistir. Bu yenilgilerin tiksinti, öfke ve nefret duygulari dogurdugu kesin; ama bu duygular Stalin’e degil, Alman isgal kuvvetlerine yönelmisti. Bu duygular o denli yaygin ve yogundu ki, halk Stalin’i tutuklamaya ve baris dilenmeye kalkacak herhangi bir politikaci ya da subay grubunu, hiç abartmasiz çiplak elleriyle parçalardi.
Savasin ilk onbes günü boyunca Stalin kamuya hiçbir açiklama yapmadi ve halkin önüne çikmadi. 1956 yilinda yaptigi gizli konusmada Krusçov bunun Stalin’in, yasanan askeri felaketin derinligi yüzünden “demoralize” olmasindan kaynaklandigini ileri sürdü. Fakat, gerek bu dönemden önce ve gerekse ondan sonra Stalin’in tutumunda, O’nun ne denli agir olursa olsun güçlükler karsisinda demoralize oldugu savini destekleyen herhangi bir veri bulunmamaktadir.
Ancak, savasin bu ilk iki haftasinda Stalin’in kamusal yasamdan uzak durmasinin bilinen olgulara, Stalin’in “demoralizasyonu” teorisinden çok daha iyi uyan bir baska olanakli açiklamasi vardir. Bu açiklama sudur: Durumu çok dogru bir tarzda degerlendirmis olan Stalin deyim yerindeyse “grevde” idi; Stalin, revizyonist çogunlugun kendisinin yol açtigi bu durumda, kamunun önüne geçilemez selinin basinci altinda O’nun ve diger Marksist-Leninistlerin yardimini istemek zorunda kalacaginin farkina varmis ve bu isbirliginin bedeli olarak savasin yönetiminin SBKP liderligindeki revizyonist çogunluktan Marksist-Leninistlerin egemen olacagi bir organa devrini dayatmisti.
Dolayisiyla, Krusçov’un 1956 yilinda yaptigi gizli konusmada Stalin’in ancak, SBKP liderliginden bir temsilciler kurulunun kendisinin yanina gitmesinden sonra, çekilmis oldugu köseden çiktigi yolundaki açiklamasina inanmamak için herhangi bir neden yoktur.
Her halükarda, 30 Haziran 1941’de Sovyetler Birligi’nde tüm iktidar, savas süresi boyunca küçük ve olaganüstü bir komiteye, basinda Stalin’in bulundugu ve çogunlugu onun güvenilir Marksist-Leninist çalisma arkadaslarindan –Viyaçeslav Molotov, Lazar Kaganoviç ve Lavrenti Beria- olusan Devlet Savunma Komitesi’ne devredildi. Bundan kisa bir süre sonra da Stalin Sovyet silahli kuvvetlerinin baskomutanligina getirildi.
3 Temmuz 1941’de, yani savasin patlak vermesinden 12 gün sonra Stalin radyodan ülkeye seslenen bir konusma –siyasal muhaliflerinin bile, yasaminin en iyi konusmasi olarak niteledikleri konusmasini- yapti. O agir askeri durumun bir özetini verdi; geri çekilme halinde düsmanin eline geçmesini önlemek için her binanin, her yiyecek kirintisinin yok edilmesini gerektiren “kavrulmus toprak” politikasini anlatti; düsman hatlarinin gerisinde gerilla birliklerinin olusturulmasina ve tehdit altinda bulunan Bati’daki tüm savas fabrikalarini tugla tugla güvenli Sibirya’ya tasima devasa görevine baslanmasina iliskin yönergelerini verdi. Ve O, kaçinilmaz olarak yapilmasi gerekecek özverileri ve çekilecek acilari zerrece azimsamaksizin, sakin bir özgüvenle zaferin Sovyet halkina ait olacagini söyledi.
Konstantin Simonov’un Yasayanlar ve Ölüler adli romani 1958’de, yani Sovyet entellektüellerinin Stalin’e saldiri konusunda hemen hemen tam bir oybirligi içinde olduklari bir tarihte yazilmisti. Dolayisiyla, Simonov’un kitabinda, Stalin’in konusmasinin cepheye yakin bir sahra hastanesi üzerindeki etkisini betimledigi pasaji kaydetmek ilginç olacak:
“Stalin sakin, yavas bir sesle ve güçlü bir Gürcü aksaniyla konusuyordu...
“Bu düzgün sesle, O’nun sözünü ettigi trajik durum arasinda büyük bir uyumsuzluk vardi ve bu uyumsuzlukta güç yatiyordu. Ama insanlar sasirmamislardi. Onlar Stalin’den zaten bunu bekliyorlardi.
“Onlar onu farkli tarzlarda seviyorlardi,.. bazilari ise onu hiç sevmiyordu. Ama hiç kimse, onun cesareti ve demirden iradesinden kusku duymuyordu. Ve tam da simdi, savas halindeki ülkenin basindaki insanda bulunmasina her zamankinden daha çok gereksinim duyulan iste bu iki özellikti.
“Stalin durumu trajik olarak tanimlamadi; onun böyle bir sözcük kullanmasini beklemek gerçekçi olmazdi... Onun anlattigi hakikat aci bir hakikatti; ama en azindan bu hakikat açikça söylenmisti ve insanlar artik yere daha saglam biçimde basmakta olduklarini duyumsuyorlardi...
“Ve Stalin’in her zamanki tarziyla, büyük, ama asilamaz olmayan güçlüklerin asilmasi zorunlulugundan söz etmis olmasina gelince, bu da zayifligi degil, tersine büyük bir gücü çagristiriyordu.”
Stalin ve onun en yakin çalisma arkadaslarinin 1941-45 savasi sirasinda, bu savasin yürütülmesinin sorumlulugunu üstlenmeye çagrilmis olduklari tartisma götürmez bir gerçeklik olduguna göre, ona savas baglaminda yöneltilen elestirilerin bazilarina bir göz atalim.
Krusçov, 20. Kongrede yaptigi gizli konusmada Stalin’in Sovyet ordusunun askeri operasyonlarini, “bir yerküre”ye bakarak yönettigini ileri sürdü. Savas sirasinda kendisiyle birlikte çalismis olan bütün yabanci askeri uzmanlarin, Stalin’in askeri konularin ayrintilarini nasil simsiki kavradigina taniklik ettikleri dikkate alindiginda, tümden hayal ürünü olan bu tür açiklamalarin bes paralik degeri olmadigi anlasilir.
Krusçov’un, bunun disinda Stalin’in askeri yönetimi konusunda yaptigi tek elestiri, Sovyet ordusunun yitirdigi tekil bir muharebeye yaptigi göndermedir. Sovyet ordusunun Alman ordusunu savasta yenmis olmasi ise “Parti liderligi”nin basarisi olarak gösterilmektedir. Ama, hem öyle hem böyle diyemezsiniz. Eger Stalin edimsel olarak askeri operasyonlara komuta ediyorduysa, yitirilen tekil çatismalar gibi, savastaki zafer de onun hanesine yazilmalidir.
Aslinda Stalin, askeri stratejiyi derinden kavrama yetisini, daha Parti Merkez Komitesi adina “sorun çözücü” sifatiyla bir cepheden öbürüne kostugu 1919-20 Iç Savasi sirasinda kanitlamisti. O, askerlik bilimine önemli katkilar yaptigi 1941-45 savasi sirasinda bu kavrayisini daha da gelistirdi. Stalin, bu savasta gelistirdigi stratejiyi söyle ayrintilandiriyordu:
“Kuvvet bakimindan daha üstün bir düsmanla karsilastigimizda, eger savasmak için genis topraklara sahipsek, dogru strateji, bir stratejik geri çekilme gerçeklestirmek ve bu geri çekilme sirasinda düsmana yararli olabilecek ve tasiyamayacagimiz her seyi yok etmek, geri çekilme sirasinda düsman kuvvetlerine agir kayiplar verdirmek, kendi baglanti hatlarimizi kisaltirken düsmaninkilerin uzamasini saglamak, düsmani bilmedigi ve dost-olmayan bir arazide savasmak zorunda birakirken bizim dost ve bildigimiz arazide savasmamizi saglamak biçiminde olmalidir. Daha sonra, kuvvetlerimizin güçlenmesi ve düsman kuvvetlerinin zayiflamasina bagli olarak artik düsmanin kuvvet bakimindan bizden daha zayif oldugu bir noktaya ulastigimizda, kararli bir karsi-saldiriyla düsman kuvvetlerini kusatmamiz ve yok etmemiz gerekir.”
Sovyetler Birligi’nin savasta zafer kazanmasini saglayan, iste bu stratejiydi.
Gene Stalin bazan, emperyalist bir devlete karsi savasan sosyalist bir devletin önderi sifatiyla, asil vurguyu devrimci sosyalist sloganlardan çok yurtsever sloganlara yaptigi ve Rus ulusal duygularini “oksadigi” için elestirilmektedir.
Ama, Stalin ve Sovyet Marksist-Leninistleri –Stalin savasi yürütme görevini devraldiginda SSCB’nin diger önemli uluslarini olusturan Ukraynalilar ve Belaruslar Alman isgali altinda olduklarindan- Rus halkinin tümünü seferber etmelerini gerektiren bir savasi sürdürme göreviyle karsi karsiya bulunuyorlardi. Rus halkinin ana kitlesi, devrimci bilinçli isçilerden degil, çogunlukla devrimci sosyalist bilince sahip olmaktan uzak küçük-burjuva köylülerden olusuyordu. Bununla birlikte onlar atesli yurtseverler idiler; Rus ulusunun “irksal geriligi”ni alaya alan Nazi propagandasina büyük bir tepki duyuyorlardi. Ben, belirli ölçülerde bir revizyonist dejenerasyonun zaten meydana gelmis bulundugu 1941-45 dönemi Sovyetler Birligi’nin kosullarinda, bu siyasal çizginin dogru oldugu kanisindayim.
Savas dönemi Sovyet liderligine getirilen bir baska elestiri, onun emperyalist baglasiklariyla –Britanya ve ABD- Avrupa’nin askeri nüfuz bölgelerine bölünmesine iliskin bir anlasma yapmis olmasidir. Fakat bir savasta baglasiklara sahip olmak çok istenir bir seydir; ve bir ülkenin, baglasiklariyla ortaklasa çalistigi ve düsmani, isgale ugramis olan topraklarinin ötesinde kovalamaya devam ettigi kosullarda, askeri nedenlerden ötürü her bir ordunun operasyonlarini yürütecegi farkli bölgeler üzerinde karsilikli bir anlasmaya varmanin mutlak bir gereklilik oldugu da açiktir.
Son bir elestiri, Dogu Avrupa’nin Sovyet askeri isgali altina giren bölgelerinde, içlerinde muhafazakâr ögelerin de bulundugu hükümetlerin onaylanmasina iliskindir. Ama Marksist-Leninistler her zaman, sosyalizmin bir ülkeden bir baska ülkeye kuvvet yoluyla ihraç edilemeyecegini, herhangi bir ülkede sosyalizmin, ancak o ülkenin isçi sinifi siyasal olarak bunu yapmaya hazir oldugunda kurulabilecegini savunmuslardir. Bu yüzdendir ki, Kasim 1941 gibi erken bir tarihte Stalin söyle diyordu:
“Bizim, kendi irademizi ve rejimimizi Avrupa’nin Slav ya da baska kölelestirilmis uluslarina dayatma türünden savas amaçlarimiz yoktur ve olamaz... Bizim amacimiz, Hitler’in zorbaligina karsi kurtulus savasimlarinda bu uluslara yardim etmek ve kendi topraklarinda kendi yasamlarini istedikleri gibi örgütlemekte onlari bütünüyle özgür birakmaktir!” (J. V. Stalin, 6 Kasim 1941 Konusmasi)
Sovyet ordusunun isgali altina giren ülkelerde bu yol izlendi. Nazilerle isbirligi yapmayan bütün siyasal partilerin içinde yer aldigi ulusal hükümetler kuruldu; fakat edimsel devlet iktidari, Sovyet ordusu araciligiyla Sovyet devletinin elinde bulunuyordu. Ellerinde herhangi bir gerçek devlet iktidari bulunmayan muhafazakâr politikacilar görece kisa bir süre içinde sergilendiler ve yerlerini bu ülkelerin ilerici güçlerine biraktilar. Böylece kendi halklarinin inisiyatifiyle bu ülkeler, bir dönem isçi sinifinin önder siyasal rol oynadigi Halk Demokrasilerine dönüstüler.
Savasin bitimiyle birlikte, Devlet Savunma Komitesi ortadan kaldirildi ve Sovyet devletinin edimsel yönetimi, bir kez daha, hâlâ gizli revizyonistlerin egemen oldugu SBKP liderliginin eline geçti.
Savastan sonraki ilk Parti Kongresi, 1952’de toplanan 19. Kongre, bu degisikligi tuhaf ve hiç görülmemis bir biçimde yansitti; Merkez Komitesi’nin Raporunu Genel Sekreter Stalin degil, Georgi Malenkov sundu.
Hatta SBKP’nin edimsel liderligi, Stalin’in çalismalarini, 1950’de yayimlanan “Dilbilimin Sorunlari” gibi, dilin ve onun gelisiminin bilimsel incelenmesine önemli bir katki olusturmakla birlikte Sovyet toplumunun temel güncel sorunlariyla dogrudan iliskili olmayan makaleler yazma türünden görevlerle kisitlamaya çalisti.
Daha sonra Stalin’e gene, tasarlanan siyasal ekonomi ders kitabinin bir elestirisini hazirlama gibi “zararsiz” gözüken bir baska görev verildi. Ama 1952’de bu elestiri, “SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunlari” adi altinda kitap halinde yayimlandiginda, daha o zaman Sovyet entellektüelleri tarafindan açikça ileri sürülmekte olan revizyonist düsüncelerin bir çogunun sergilenmesi biçimine büründü.
Fakat uluslararasi alanda Stalin ve Marksist-Leninist azinlik, revizyonizme karsi savasim cephesinde daha basarili olabildiler. 1947’de Komünist Enformasyon Bürosu’nun (Kominform) olusturulmasinin, revizyonistler tarafindan 1943’de dagitilan Komünist Enternasyonal’in yeniden kurulmasi dogrultusunda atilan bu önemli adimin Stalin’in inisiyatifiyle gerçeklestirildigi yolunda yeterince kanit bulunmaktadir.
Stalin’in, Komintern’in son yillarindaki revizyonist çizgisini –ana ögeleri Komünist Enternasyonal’in 7. Kongresi’nde benimsenen sosyalizme parlamenter yoldan geçis çizgisi- desteklemis olmasi “gerektigine” inanmak isteyenler için, o yillarda Komintern’in öndegelen liderleri olan Dmitri Manuilski ile Georgi Dimitrov’un yeni uluslararasi örgütte herhangi bir görev almaya çagrilmadiklarini ve bu örgütte öndegelen rolün, Stalin’in yakin Marksist-Leninist çalisma arkadaslarindan Andrey Jdanov’a verildigini kaydetmek yerinde olacaktir. Ayrica, Kominform’un ilk eylemlerinin; Fransa, Italya, Japonya ve Yugoslavya Komünist Partilerinin (ki, bu sonuncusu, Yugoslavya’da kapitalizmi restore etmeye yönelmis revizyonist bir parti oldugu için 1948’de Kominform’dan atildi) revizyonist çizgilerini sert bir biçimde elestiren yazilar yayimlamak olmus olmasi da anlamlidir.
Bu dönemde, revizyonist çogunlugun sahte sosyalist görüntülerini sürdürmek zorunda olmalarindan yararlanarak Sovyetler Birligi’nde sanat ve kültür alaninda revizyonistlerin tesvik ettigi burjuva egilimlere karsi sosyalist kültür devrimine önderlik eden de Jdanov oldu. Jdanov’un kültür sorunlarina ve sosyalist gerçekçilige iliskin konusma ve yazilari, bu önemli alanda Marksist-Leninist bakis açisini önemli ölçüde ilerletti.
Bu arada Stalin’in istihbarat örgütü, SBKP liderligine egemen olan ögelerin faaliyetleriyle ilgili sorusturmalarini sürdürüyordu. Krusçov’un, Stalin’in “kuskuculugu” konusundaki savlari, elbette temelsiz degildi. Bu sorusturmalarin sonundadir ki, 1952’nin sonunda Kremlin’de çalisan bir dizi doktor tutuklandi ve son birkaç yilda, aralarinda Jdanov’un da bulundugu bir dizi Parti liderini, 1930’larda kullanilan yöntemlerin aynisini kullanarak öldürmekle suçlandi. Sovyet Tip Birligi’ne bagli bir komisyon bu liderlere uygulanan “tedavi”yi sorusturdu ve bu vakalarin hepsinde de uygulanan tedavinin, kasitli cinayete esdeger oldugu yolunda bir rapor hazirladi. Yabanci basin muhabirleri, bu suçlamalarin öndegelen Sovyet kisiliklerine uzandigi konusunda düsünce birligi içindeydiler.
Fakat doktorlarin yargilamasi baslamadan, Stalin –tam da bu “öndegelen kisiliklerin” isine gelecek biçimde- birdenbire öldü.
Birkaç gün içinde, Genel Sekreterin Kisisel Sekretaryasi dagitildi, (Sekretaryanin- G. A.) eski basi Poskrebisev ortadan kaybolurken Sekretaryanin kayitlarina da elkondu. Ardindan Pravda’da, tutuklanan doktorlarin “masum” olduklarini ve serbest birakildiklarini duyuran bir açiklama yayimlandi. Temmuza gelindiginde Beria da ortadan kayboldu ve Krusçov’un rastgele bir açiklamasina göre ölümünden sonra yargilandi.
Bugüne kadarki arastirmalarimizin Stalin’in rolüne iliskin ortaya çikardiklarinin kisa özeti budur. Bu, objektif dünya kosullari sonunda bu savasimi basarisiz kilmis olsa da yasami boyunca revizyonizme karsi tutarli bir tarzda savasim vermis olan seçkin bir Marksist-Leninistin rolüdür.
_________________________
[1] Eduard Holtzmann ile oglu Lev Sedov arasinda komplo amaçli bir görüsmenin yapildigi söylenen Bristol Oteli’nin daha önce yikilmis olmasi olgusundan hareketle Sovyet güvenlik yetkililerini bir “adli sahtekârlik” yapmakla suçlayan Trotski’nin bu savi aslinda yillar önce J. R. Campbell adli bir baska Marksist-Leninist arastirmaci tarafindan çürütülmüstü. Campbell 1939’da yayimlanan Soviet Policy and Its Critics (=Sovyet Politikasi ve Elestirmenleri) baslikli kitabinda bu konuda özetle sunlari söylüyordu:
“Holtzmann mahkemedeki ifadesinde Kopenhag istasyonuna geldikten sonra, onun karsisinda bulunan Bristol Oteli’ne geçtigini söylemisti. Istasyonun karsisinda Bristol Oteli diye bir bina yok; ancak burada Grand Central Oteli ve bu otelin içinde de Bristol Cafe diye bir yer var. Dahasi, bu tarihte Grand Central Oteli’ne Bristol Cafe’nin içinden geçerek ulasilabiliyordu. Ilerde mahkeme karsisinda ifade vermek amaciyla not tutmus olamayacagina göre Holtzmann pekala, içiçe olan bu iki binanin isimlerini karistirmis olabilir.” (G. A.)
[2] Animsanacagi üzere 1918 baslarinda, yani Ekim Devriminin zaferinden hemen sonra –kendileri de yenilginin esiginde olan- Alman emperyalistleri Bolseviklere baris için çok agir kosullar dayatmislardi. Çarlik ordusunun edimsel olarak dagilmis oldugu ve Sovyet iktidarinin kendisini savunmak için gereken askeri olanaklara sahip bulunmadigi bu kosullarda Lenin ve yoldaslari zaman kazanmak ve bu arada Kizilorduyu örgütlemek, devrimi kurtarmak ve Sovyet iktidarinin yikilmasini önlemek için bu agir kosullari geçici olarak kabul etmeyi öngörmüslerdi. Ancak onlar karsilarinda, koyu gericilerden Kadetlere, Menseviklerden Sag ve Sol Sosyalist-Devrimcilere kadar uzanan genis bir yelpazede yer alan akimlari buldular. Bu cephe, Sovyet iktidarinin devrilmesini saglamak için Almanlara karsi savasin ne pahasina olursa olsun sürdürülmesini savunmaktaydi. Ama, daha da önemlisi Bolsevik Partisi içindeki sözde “sol” muhalefetin tutumuydu: Partinin, Trotski, Buharin, Radek, Piyatakov gibi üyeleri ‘sol’ ve ‘radikal’ bir kilif altinda ve ‘devrimci savas’ sloganiyla, kosullari agir olan Brest-Litovsk anlasmasina açikça karsi çikmis, maceraci bir çizgiyi savunmus ve objektif olarak Sovyet iktidarinin yikilmasindan yana bir tutum almislardi. Görünüste ‘sol’ bir nitelik tasiyan bu çikis sonuçta, Sovyet iktidarini çökme tehlikesiyle yüzyüze getirmekle kalmadi; Lenin ve yoldaslarinin kararli ve uzlasmaz savasimi sayesinde zorlukla durdurulan bu provokatif tutum, devrimci Rusya’nin daha da kötü bir anlasma yapmasina ve daha da büyük boyutlarda toprak kaybina neden oldu. Karamsar, teslimiyetçi ve özgüvenden yoksun ruh hallerinin de yardimiyla zamanla açik ihanet ve emperyalist devletlerle isbirligi çizgisine sürüklenen Buharin ve ortaklari ise, 1930’larin ikinci yarisinin çok daha farkli kosullarinda, yani Sovyet Rusya’nin kendisini savunma olanaklarinin büyük ölçüde var oldugu kosullarda bu gerici çizgilerini Brest-Litovsk anlasmasina tümüyle hatali bir gönderme yaparak mesrulastirmaya ve kamufle etmeye çalismislardi. (G. A.)